Kor Palas
Sevil Eryaşar
Bizim çocuklarla kulüpte buluştuk. Kahvaltı sonrası başladık içmeye. Herkes havuzda, Ragıp masadaydı. Biyoloji okudu, senelerce dağ bayır gezip böcek topladı. Böcekleri hava alabiliyorlar diye kibrit kutularına toplamak adettenmiş. Yurtdışına gidip gelenler ona kutu kutu kibrit getirir oldu. Kiliseler, köprüler, ünlü ressamların tabloları, desenleri onun ruhuna da denk düştü. Yakamaz, nemlenmesin diye iki kat poşete sarıp gezdirirdi bazılarını. Böceklerini de en güzel kutularda ağırlardı, Kor Palas dediği hayalî otelinde. Seslendim:
“Ragıp, baban geldi mi mezuniyete?”
Dişlerinin arasından belli belirsiz “Cık!” sesi çıktı. Son tartışmalarından kalan yarayı gizlemeye çalışarak yüzünün sol yanını döndü.
Bizimkiler pürneşe havuzda şakalaşıp yüzüyordu. O üç dört kutusunu çıkarmış, içindekilerle konuşuyordu. Havuzdan çıkıp yanına gittim. Alışkın olduğumuz nezâketiyle;
“Ah çocuklar, yarım kanatlılar, tatlı ‘coleopteralar’… Sizinki misafirlik değildi biliyorsunuz. Kusura bakmayın.” dedi.
Böcekleri yavaşça masaya bıraktı. Peynir tabağıyla, talan edilmiş böreklerin arasında hızlı hızlı gezinmeye başladılar.
Poşete sarılı kutulardan birini açıp kibritleri yakmaya başladı. Yüzünde gülümsemeyle yanmalarını izledi, kokularını iyice içine çekti. Yanıp bitenleri tek tek önündeki kadehin içine attı. Alevler cızırdayarak buluştu suyla. Sonra ani bir kararla ayağa kalktı, havuzda göz gezdirdi, göğsünü dolduran şen kahkahasıyla suya atladı.