Ayın son günüydü...
Şebnem Uralcan
Adıyaman’dan İstanbul’a gezmeye gelmişlerdi. Fotoğraflarını çekiyordum.
-Heey, karpuz göbekli enişte, sola doğru kay, ablam hiç görünmüyor; zaten kızcağızı paketlemişsin; denize değil, camiye gider gibi; bir de o cüssenle önünü kapatıyorsun. Kay, kay az daha... Şimdi oldu. Simla, canım sen de tekneye yaklaş, sadece burnunun ucu görünüyor, hah, şöyle yüzün görünsün. Abla çıkar şu eşarbı yahu; bizim gelin elden kaçar, başını örter kıçını açar oldun. İstanbul hatırası fotoğraf çekiyoruz.
-Çok rüzgâr var, saçlarım uçacak.
-İşine bak baldız, bir fotoğraf çekeceksin, hepimize askerlik yaptırttın.
Birbirimize sataşmış, gülüşmüştük.
-Bu kadar fotoğraf yeter. Haydi gidin. Alışverişe çıkacağım, akşama yemek hazırlayacağım. Uzun uzun dolaşın; akşam olmadan gelmeyin, demiştim.
Onlara, hava bozacak gibi görünüyor, gitmeyin, deseydim ya...
Bu motorcu çok acemi görünüyor, tekne de eski gibi, alabora olabilir, deseydim ya...
Yahu, siz adamakıllı yüzme bilmiyorsunuz, ne demeye boğazda dolaşmaya çıkıyorsunuz deseydim ya...
Üçünüz bir aile, bari birlikte gitmeyin, deseydim ya...
Sonbaharın, son ayının, son günüydü. Gitmeyin deseydim ya...