Gerçek Olsaymış
Fatma Özer

Çok sevildim Turgut, öyle böyle değil! Başımı kiminin dizine dayadım, kiminin göğsüne, kiminin geçmişine. Kiminin yazgısı bir kemik parçası gibi battı, uyutmadı ulan sabahlara kadar. Bir o yana döndürdü, bir bu yana.
Dalgaların sesi, ağırlaştıkça ağırlaşan aynama her değdiğinde, sırrı bozulmuş kalbime söz geçiremedim. Gidecekler diye her seferinde küçücük bir oğlan gibi korktum.
Korkuyu da pek yakıştırmazlar ya erkek adama! Olsun.
İlk terk edildiğimde daha on yedi yaşımdaydım be Turgut. Ne yapmış ne etmiş, sevememiş beni. İlk başlarda biraz sevmiş ama sonrasında o sevgi bir gram dahi olsun büyümemiş. Gerçek olsaymış, öyle bir büyürmüş ki!
Dolunayın büyüdükçe büyüdüğü, geceyi bir çırpıda yırttığı bir günde, insan nasıl boğulur bilir misin? İşte böyle!
İnsan bir kere boğulmaya görsün.
Ne zaman bir yolculuğa çıksam, yanıma hep onları alırım. Beni unutanları. Valizime bir ufak yastık da koyarım muhakkak. Başımı bu saatten sonra anca ona koyarım. Sonra yol boyunca, konuşurum. Hiç susmam.
Yok yemin olsun Turgut içmem. İçince son zamanlarda çok susuyormuşum öyle diyorlar. İnsan zamanla değişiyor demek ki. Söyleyecekleri bir bir eksiliyor.
Kelimelere rızkını veren, evvela bu acımadan gidenler. Onların kalplerinden öperim Turgut. Onların beni kandıran sevişmelerinden. Kulağıma fısıldadıkları rüzgârdan. İçime bıraktıkları kemiklerden.
Ne diyordum Turgut, battıkça batıyor işte, battıkça batıyor insan.